04 Aralık 2008
Call Of Duty 4: Modern Warfare - Dizüstü Bilgisayar Konumları
Oyunda çeşitli yerlerde dizüstü bilgisayarlar bulunuyor. Toplam 30 adet olan ve düşman yerlerini gösterdiği söylenen bu bilgisayarları toplarsanız Hile (Cheats) menüsü altında sınırsız mermi (Infinite Ammo) bölümü açılıyor. Hile menüsünü açmak içinse oyunu herhangi bir zorluk derecesinde bitirmeniz gerekli. Bulamadıklarım için Gamespot'dan Alvin Shek (JediMeister)'ın tam çözümünden yararlandım.
Crew Expendable:
1 - İlk merdivenlerden inin, sarhoş askerin çıktığı ve iki kişinin uyuduğu bölümde.
2 - Captain Price'nın ses bombası attığı bölüm. Merdivenlerden inince hemen solda.
Blackout:
3 - İki askerin bulunduğu ilk baraka.
4 - Nikolai'ın tutulduğu odanın hemen karşısındaki banyo.
Charlie Don't Surf:
5 - İlk girdiğiniz binada, merdivenlerden aşağı inin, kapıdan çıkınca soldaki odada.
6 - İlk binadan çıkın. İlerde yola çıkmadan önce sağdaki son bina. Merdivenlerden çıkın.
7 - Yolun karşı tarafında üzerinde su tankı yer alan binanın ikinci katında.
The Bog:
8 - Duvara monte edilmiş makineli tüfeği kullandıktan sonra, iki askerin çıktığı odada.
9 - Üç tankı Javelin füzesiyle vurduktan sonraki bölüm. Açılan telden girin. İçinde ateş olan çöp kutularından birinin üstündeki duvarda iki poster var. Oradaki kutuların arkasında.
Hunted:
10 - İlk köpekle karşılaştığınız yerdeki, hemen yanında içecek satış cihazı olan binanın içinde.
11 - İkinci seradan çıktıktan sonra, soldaki harap olmuş binanın içinden gidin. Kapıdan çıkınca hemen karşıda.
War Pig:
12 - Tankın ilerlediği yolda (yolu bir kamyonet kapatmış, onu ezip geçiyor). Sağdaki binanın ikinci katında.
13 - Balkondan atlayıp, yolun karşısındaki lokanta benzeri yere girin. İkinci kata çıkın. Yatak odasında.
14 - Araçların olduğu sokakta, karşıdaki evin ikinci katının pencerelerinde makineli ile ateş edenlerin olduğu katta.
Shock And Awe:
15 - İlk girdiğiniz binanın ikinci katına çıktıktan sonra en sağda.
16 - Karşıdaki binanın ikinci katında, kapının yanındaki dolapta.
Safehouse:
17 - Benzin istasyonundan çıktıktan sonra, ilerlediğinizde sağdaki evde, ikinci katta.
18 - Su deposuna bakan evde, masanın üzerinde.
All Ghillied Up:
19 - Kilisenin içine girdiğinizde, en sonda yer alan merdivenden çıkın.
20 - MacMillan'ın bayılttığı adamın ilerisindeki üç askerin olduğu yerde.
21 - Vurduğunuz keskin nişancının olduğu kata çıkın. Pencereden girince masanın üzerinde.
One Shot, One Kill:
22 - Apartmana girdikten sonra (içerde köpekler ve iki asker saldıracak) dışarı çıktığınızda sağdaki yangın çıkışının en üstündeki bölümde. 21 numaralı yerdeki gibi en üst katta ama odada değil.
23 - Lunaparkı gördüğünüz yerin hemen solundaki apartman girişi.
The Sins Of The Father:
24 - Kafeteryada bir masanın üzerinde.
25 - Ara sokağa girdiğinizde (köpekler de saldırıyor), ilerleyin. Sağdaki binanın ikinci katında.
Ultimatum:
26 - Elektrik direğini havaya uçurduktan sonra girdiğiniz alandaki en büyük yapının sonundaki odasında.
All In:
27 - İlk tankı havaya uçurduktan sonra sağa ilerleyin. Kapıdan önceki binanın arkasına koşun. En sonda. Burada oyun kaydedilecek.
28 - Kapıdan girdikten sonra, tankı imha edin. Sağa ilerleyin. Önünde iki kırmızı bidon bulunan garajda, yerde.
No Fighting In The War Room:
29 - Hamama indikten sonra sola ilerleyin. Barakaları geçin. Karanlık odadaki masada.
30 - Füze kontrol odasında.
Hileler:
Toplamanız gereken bilgisayar sayısı - Hile adı - Özellik
2 - CoD Noir - Oyun renksiz olur
4 - Photo-Negative - Renkler negatif resim gibi görünür
6 - Super Contrast - Renk ayarları değişir
8 - Ragtime Warfare - En eğlencelisi. Oyun % 70 oranında hızlanır, eski filmler gibi görüntü eşliğinde oynarsınız. Müzik değişir. Charlie Chaplin filmleri örnek gösterilebilir.
10 - Cluster Bombs - El bombası attığınızda ilk patlamadan sonra beş patlama daha olur.
15 - A Bad Year - Ölen düşmanlar otomobil lastiği halinde yokolurlar.
20 - Slow-Mo Ability - Elle saldırı tuşuna basarsanız oyun + 40 oranında yavaşlar.
30 - Infinite Ammo - Sınırsız cephane ve şarjör değiştirme yok.
İsmet Çakır
ismetc [At] Gmail [Nokta] Com
01 Aralık 2008
10 Kasım 2008
OpenOffice.org 3.0 Çıktı
http://www.openoffice.org.tr
08 Kasım 2008
Atatürk'le İlgili Kitaplar - Belgeler 4
Boyut: 3.47 Mb
İçerik: 60 Kitap (9.28 Mb)
İndirme Bağlantıları:
http://www.4shared.com/file/70206314/2fac3eba/AtaturkKitaplari04.html
-
http://www.badongo.com/file/12016590
-
http://www.box.net/shared/9ct5yz366p
-
http://www.mediafire.com/?mzmjyzmmn3y
-
http://www.upload.gen.tr/d.php/s3/jf6wiv5n/AtaturkKitaplari04.7z.html
A. Şemsutdinov - Kurtuluş Savaşı Yıllarında Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri
Txt 120 Kb
Akif Abbasov - Atatürk’ün Vatanseverlik Ve Milli Benlik Bilincine İlişkin Görüşleri
Pdf 100 Kb
Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun
Pdf 46 Kb
Atatürk İlkeleri
Pdf 31 Kb
Atatürk Soyadının Alınamayacağına İlişkin Kanun (2622 Sayılı Kanun)
Pdf 57 Kb
Atatürk Ve Kütahya
Pdf 373 Kb
Atatürk'ün Askerlikle İlgili Çeviri Kitapları
Txt 155 Kb
Atatürk'ün Askerlikle İlgili Kitapları Cumali Ordugâhı Tâbiye Ve Tatbikat Seyahati
Txt 107 Kb
Atatürk'ün Doğum Haritası
Pdf 88 Kb
Ayşe Afetinan - Mustafa Kemal Atatürk'ün Karlsbad Hatıraları
Txt 161 Kb
Bahir Mazhar Erüreten - Türkiye Cumhuriyeti Devrim Yasaları
Txt 179 Kb
Bahri Ata - Atatürk, Tarih Öğretimi Ve Müzeler
Pdf 143 Kb
Bernard Caporal - Kemalizmde Ve Kemalizm Sonrasında Türk Kadını (1919-1970) (3 Kitap)
Txt 608 Kb
Berthe Georges-Gaulis - Kurtuluş Savaşı Sırasında Türk Milliyetçiliği
Txt 228 Kb
Cavit Orhan Tütengil - Atatürk'ü Anlamak Ve Tamamlamak
Txt 176 Kb
Falih Rıfkı Atay - Zeytindağı
Txt 215 Kb
Fevzi Demir - Tam Bağımsızlık Ve Atatürk
Pdf 105 Kb
Gündüz Saka - Lemurya Ve Atatürk Bilinci
Pdf 61 Kb
H. Cem Kanıbir - Atatürk: Türk Ulusunun Babası
p: pdf 89 Kb
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu - İlk Meclis
Txt 220 Kb
Hüseyin Cahit Yalçın - Talât Paşa'nın Hatıraları
Txt 245 Kb
İkinci Dünya Savaşı'nda İnönü'nün Dış Politikası (3 Kitap)
Txt 380 Kb
İkinci Dünya Savaşı'nda Stalin, Roosevelt Ve Churchill'in Türkiye Üzerine Yazışmaları
Txt 160 Kb
İsmet İnönü - İsmet İnönü'nün Hatıraları: Cumhuriyetin İlk Yılları I (1923-1938) (2 Kitap)
Txt 338 Kb
Johannes Glasneck - Kemal Atatürk Ve Çağdaş Türkiye (3 Kitap)
Txt 590 Kb
Mahmut Âdem - Atatürkçü Düşünce Işığında Eğitim Politikamız
Txt 218 Kb
Mustafa Baydar - Atatürk'le Konuşmalar
Txt 175 Kb
Mustafa Ergün - Atatürk Döneminde Öğretmen Yetiştirme
Pdf 137 Kb
Nadir Nadi - 27 Mayıs'tan 12 Mart'a (1960)
Txt 113 Kb
Nadir Nadi - 27 Mayıs'tan 12 Mart'a (1961-1962)
Txt 262 Kb
Nuri Yazıcı - Atatürk'ün Siyasal Kişiliği
Pdf 131 Kb
Ruşen Eşref Ünaydın - Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal İle Mülâkat
Txt 94 Kb
Sabahattin Eyuboğlu - Köy Enstitüleri Üzerine
Txt 186 Kb
Sami N. Özerdim - Yazı Devriminin Öyküsü
Txt 123 Kb
Suat Sinanoğlu - Türk Hümanizmi (3 Kitap)
Txt 542 Kb
Süleyman Bozdemir - Gerçekçi Atatürk Ve Laik Türkiye Cumhuriyeti
Pdf 94 Kb
Şerafettin Turan - Atatürk Ve Ulusal Dil
Txt 122 Kb
Tarık Zafer Tunaya - Hürriyet'in İlânı - İkinci Meşrutiyetin Siyasi Hayatına Bakışlar
Txt 137 Kb
Tevfik Bıyıklıoğlu - Atatürk Anadolu'da
Txt 245 Kb
Y. A. Bagirov - Kurtuluş Savaşı Yıllarında Azerbaycan-Türkiye İlişkileri (2 Kitap)
Txt 248 Kb
Yaşar Nabi Nayır - Balkanlar Ve Türklük (2 Kitap)
Txt 315 Kb
Yunus Nadi - Ali Galip Hadisesi
Txt 120 Kb
Yunus Nadi - Cumhuriyet Yolunda
Txt 151 Kb
Yusuf Hikmet Bayur - Balkan Savaşları - Birinci Balkan Savaşı (3 Kitap)
Txt 549 Kb
Yusuf Hikmet Bayur - Balkan Savaşları - İkinci Balkan Savaşı (2 Kitap)
Txt 430 Kb
Zâbit Ve Kumandan İle Hasbihal
Txt 126 Kb
Atatürk'le İlgili Kitaplar - Belgeler 3
Boyut: 10.8 Mb
İçerik: 36 Kitap (13.5 Mb)
İndirme Bağlantıları:
http://www.4shared.com/file/70205048/4b9e9763/AtaturkKitaplari03.html
-
http://www.badongo.com/file/12016553
-
http://www.box.net/shared/rrpzv65qyh
-
http://www.mediafire.com/?zmkzxzq3ynn
-
http://www.upload.gen.tr/d.php/s3/5xghyt3d/AtaturkKitaplari03.7z.html
Hüseyin Ağca - Mustafa Kemal Atatürk (1881 - 10 Kasım 1938)
Pdf 290 Kb
Kadir Koçdemir - Atatürk Dönemi Kültür Politikası Ve Küreselleşme
Pdf 9.17 Mb
Mahmut Esat Bozkurt - Atatürk İhtilâli (3 Kitap)
Txt 432 Kb
Mehmet Serhat Yılmaz - Atatürk'ün Kastamonu Gezisi Ve Şapka İnkılâbı
Pdf 350 Kb
Memduh Aslan Akçay - Atatürk Ve Vargas Dönemleri (1920-1938)
Pdf 424 Kb
Mustafa Baydar - Atatürk'le Konuşmalar
f: Lit 207 Kb
Mustafa Kemal Atatürk - Nutuk
f: HTML 3.86 Mb
Mustafa Kemal Atatürk - Sivas Kongresi (4 Kitap)
Txt 826 Kb
Mustafa Kemal Atatürk - Yarın Cumhuriyet'i İlan Edeceğiz (Nutuk'tan)
Txt 163 Kb
Mustafa Kemal Atatürk - Yarın Cumhuriyet'i İlan Edeceğiz (Söylev'den)
Txt 157 Kb
Ruşen Eşref Ünaydın - Atatürk'ü Özleyiş (2 Kitap)
Txt 295 Kb
Serdar Sakin - Ulusal Bir Devlet Kurucusu Olarak Mustafa Kemal Atatürk
Pdf 396 Kb
Atatürk'le İlgili Kitaplar - Belgeler 2
Boyut: 9.80 Mb
İçerik: 36 Kitap (13.5 Mb)
İndirme Bağlantıları:
http://www.4shared.com/file/70203480/cb92a75d/AtaturkKitaplari02.html
-
http://www.badongo.com/file/12016392
-
http://www.box.net/shared/gpgy34y1lz
-
http://www.divshare.com/download/5768341-fbc
-
http://www.mediafire.com/?ougyjniomig
-
http://www.upload.gen.tr/d.php/s3/uvj3qt4c/AtaturkKitaplari02.7z.html
30 Ağustos Hatıraları
Txt 141 Kb
Altemur Kılıç - Atatürk'ü Dinliyorum - Gözlerim Açık!
Pdf 51 Kb
Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası I (1923-1930)
PDF 238 Kb
Atatürk Sonrası Türkiye - İç Politika
PDF 232 Kb
Atatürk Ve Arkadaşları İçin Padişahça Verilen Ölüm Fermanı
PDF 468 Kb
Atatürk'ün Kehanetleri
Lit 212 Kb
Atatürk'ün Yazdığı Tek Şiir
Pdf 48 Kb
Ayşe Afetinan - Mustafa Kemal Atatürk'ten Yazdıklarım
Txt 167 Kb
Bir Proje Yöneticisi Olarak; Mustafa Kemal Atatürk
Pdf 183 Kb
Bizim Anadolu - Atatürk İçin Ne Dediler?
Pdf 215 Kb
Cemal Gürlek - Atatürkçü Düşünü'ye (Atatürk'e) Kimler, Niçin Karşıdır?
Pdf 45 Kb
Cengiz Dönmez - Atatürk Ve Cumhuriyet Döneminde Ortaöğretim
PDF 278 Kb
Cenk Sezer'in Gözüyle Atatürk
Pdf 1.71 Mb
Dagobert Von Mikusch - Avrupa İle Asya Arasındaki Adam Gazi Mustafa Kemal (4 Kitap)
Txt 709 Kb
Emre Kongar - Devrim Tarihi Ve Toplumbilim Açısından Atatürk
Lit 472 Kb
Fahri Özdilek Şimşek - Bülten
Pdf 265 Kb
Falih Rıfkı Atay - Çankaya (5 Kitap Ve Hepsinin Toplamı 1 Kitap)
Txt 2.03 Mb
Falih Rıfkı Atay - Mustafa Kemal'in Mütareke Defteri Ve 19 Mayıs
Txt 212 Kb
Fikri Akdeniz - Atatürk'te Bilimsel Anlayış Tutkusu
PDF 237 Kb
Atatürk'le İlgili Kitaplar - Belgeler 1
Atatürk'le İlgili Kitaplar - Belgeler 1
Arşiv Adı: AtaturkKitaplari01.7z
Boyut: 9.41 Mb
İçerik: 27 Kitap (10.7 Mb)
İndirme Bağlantıları:
http://www.4shared.com/file/70202185/58ff65c/AtaturkKitaplari01.html
-
http://www.badongo.com/file/12016209
-
http://www.box.net/shared/dm7sptuuo5
-
http://www.divshare.com/download/5768280-657
-
http://www.mediafire.com/?zimityizzj4
-
http://www.upload.gen.tr/d.php/s3/oqqji5l9/AtaturkKitaplari01.7z.html
4 Mevsim 1 Atatürk (Resim)
PDF 1.60 Mb
ASAM - Stratejik Öngörü 2023: Cumhuriyet'in 100. Yılında Türkiye Ve Dünya
PDF 1.74 Mb
Atatürk Sonrası Türkiye - Dış Politika (1938-1995)
PDF 340 Kb
Atatürk Ve Cumhuriyet'in Değerleri
PDF 116 Kb
Atatürk Ve Dil
PDF 103 Kb
Atatürk Ve Üroloji (Atatürk And Urology) Derleme
PDF 201
Atatürk'ün Hayatı
PDF 106 Kb
Bülent Atalay - Yüce Başbuğ, Büyük Önder Ve Ender Lider Atatürk
PDF 122 Kb
Esra Sarıkoyuncu Değerli - Atatürk Dönemi Türk-Yunan Siyasi İlişkileri
PDF 201 Kb
Figen Geveli Kalyoncu - Atatürk Dönemi İktisat Politikalarını Belirleyen İktisadi Düşünce Akımları Ve Tartışmaları
PDF 292 Kb
Fuat Aziz Göksel - Atatürk Konuşmaları
f: 565 Kb
George W. Gawrych - Siyasi Ve Askeri Deha Olarak Atatürk
PDF 1.18 Mb
Gülmisâl Emiroğlu - Atatürk'ün “Millî Hâkimiyet” Anlayışının Temel Vasıfları
PDF 304 Kb
Hacı Murat Arabacı - Atatürk'ün Laiklik İlkesi Bibliyografyası
“Bibliography Of Secularism Principle Of Atatürk”
PDF 210 Kb
Hasan Sabır - Atatürk'ün İktisat Zihniyeti
PDF 174 Kb
İlker Güven - Atatürk’ün Uzak Görüşleri
PDF 119 Kb
Mehmet Akşit - Atatürk’ün Lider Olma Özellikleri Ve Batı’nın Atatürk’ten Öğreneceği Değerler
PDF 165 Kb
Mehmet Arif Demirer - Atatürk Ve Ekonomi
PDF 217 Kb
Mehmet Temel - Atatürk Devrimlerinin Çin Aydınlarınca Algılanışı Ve XX. Yüzyılın İlk Yarısındaki Türkiye-Çin İlişkilerine Yansıması
PDF 225 Kb
Meral Tecer - Atatürk Döneminde (1923-1938) Ekonomik Örgütlenme
PDF 311 Kb
Mustafa Akın - Durmuş Ali Bal - Atatürk'ün Eğitimci Kişiliği Ve Eğitim-Öğretim Boyutlu Düşünceleri
PDF 263 Kb
Şerafettin Turan - Dr. Reşit Galip'in Atatürk'e Yakınmaları
PDF 1.39 Mb
Tahir Kodau - Atatürk Döneminde (1923-1938) Denizli Sanayisi
PDF 349 Kb
Tuğrul İnal - Atatürk Türkiye'sinde Çağdaş Düşüncenin Temel Kavramları
PDF 211 Kb
Ufuk - Atatürk'ün Denizli'ye Gelişi
PDF 109 Kb
Uluğ Nutku - Atatürk'ün Onuncu Yıl Söylevinin Felsefi Önemi
PDF 120 Kb
Zeki Hafızoğulları - Atatürk Ve Laiklik
PDF 61 Kb
05 Kasım 2008
X-Men - Mutant Apocalypse (SNES)
X-Men - Mutant Apocalypse (SNES)
Video sent by ismetc
X-Men - Mutant Apocalypse (SNES) giriş bölümü.
1994 Capcom
1994 Marvel Entertainment Group Inc.
Nintendo
Desert Strike - Return To The Gulf (SNES)
Desert Strike - Return To The Gulf (SNES)
Video sent by ismetc
Desert Strike - Return To The Gulf oyunun konusu.
1992 Electronic Arts
Nintendo
Jackie Chan's Action Kung Fu (NES)
Jackie Chan's Action Kung Fu (NES)
Video sent by ismetc
NES oyunu Jackie Chan's Action Kung Fu'nun girişi.
1990 Hudson Soft
Nintendo
Desert Fighter
Desert Fighter
Video sent by ismetc
SNES oyunu Desert Fighter'ın giriş bölümü.
1994 System 3 Arcade Software
1994 Seta Co. Ltd.
Nintendo
Area 88 (J)
Area 88 (J)
Video sent by ismetc
SNES oyunu Area 88'in Japonca tanıtım videosu. Zsnes öykünücüsüyle alınan video.
Capcom
Daipro
Nintendo
Aladdin (F) 1993 Capcom (SNES)
Aladdin (F) 1993 Capcom (SNES)
Video sent by ismetc
SNES oyunu Aladdin'in Fransızca konusu.
1993 Capcom
Nintendo
03 Ekim 2008
Silent Hill 3 Kurma Problemine Çözüm
Sol tarafta yer alan Tables sekmesinde Media'yı bulun ve seçin.
DiskId yazan bölümde 42. satırda yer alan sound_3.cab'ı sound_32.cab olarak değiştirin. VolumeL... yazan bölümdeki tüm değerleri Disk1 yapın. Disk1 yazan yere sağ tıklayıp Copy'ye tıklayın ya da Disk1 üzerindeyken Ctrl+C'ye basın. Diğer yerlere gelip Ctrl+V'ye basarsanız oralar da Disk1 olacak. Kaydedin ve programı kapatın. Silent Hill 3 klasöründe yer alan Setup.exe programını çalıştırın. Kurulum başlayacaktır. Sorunsuz olarak kurulum tamamlanırsa ilaçlı sh3.exe dosyasını orijinalinin yerine kopyalayın. Şimdi düzelttiğiniz dosyaları bir DVD'ye kopyalayabilirsiniz.
İyi eğlenceler.
06 Eylül 2008
Lost: Via Domus - Final
Lost: Via Domus - Final
ismetc tarafından gönderilen video
Lost: Via Domus oyununda final.
Meşk Öyküleri - Sesli Kitap
Format: WMA (Windows Media Audio)
Bit Oranı: 96 Kbps
Toplam Süre: 00:40:35
Boyut: 7zip Arşivi - 27,5 MB
Sabit Disk: 28,1 MB
01 Eski Bir Aşkın Kapsama Alanı (06:53)
02 Turizm Ofisinde Bir Aşk Öyküsü (07.35)
03 İstanbul'da Kara Sevda (07:43)
04 Aşk Bir Sonbahar İptilası (07:11)
05 Gelecekten Bir Aşk Öyküsü (05:47)
06 Kanatlara Veda (05:26)
http://www.mediafire.com/?2xwg01gmy3g
Dosya şifresiz. İki yazarı da okuduğum söylenemez. http://ekitap.forumup.com
01 Eylül 2008
Call Of Duty 4 - Final
Call Of Duty 4 - Final
ismetc tarafından gönderilen video
Call Of Duty 4: modern Warfare son bölüm (kısa video).
30 Temmuz 2008
23 Haziran 2008
26 Nisan 2008
Ahmet Taner Kışlalı - Siyasal Çatışma Ve Uzlaşma
KEMALİZM NEDİR?
Kemalizm, tıpkı liberalizm ve sosyalizm gibi, bir devrim ideolojisi olarak doğmuştur. Ama, liberalizm ve sosyalizmden farklı olarak, geri kalmış bir ülkedeki devrim koşullarının gereksinimlerini yansıtmaktadır. Bu nedenle de, Kemalizmi iyi değerlendirebilmek için, geri kalmış ülke devrimlerinin gelişmiş ülke devrimlerinden farkını anlamak gerekir.
Fransız Devrimi, evrim sürecinde önlerde yer alan bir toplumda rastlanabilen devrimlerin en ünlü örneğini oluşturur. Koşullar ve toplumdaki güç dengesi değişmiş, ama eski koşullara göre oluşan ve eski güç dengesini yansıtan toplumsal ve özellikle de siyasal kurumlar değişmemekte direnmiş, toplumsal - ekonomik gelişmeyi zorlaştırmaya başlamıştır. Kentsoylular ( burjuvazi ) yeni bir toplumsal sınıf olarak doğmuş, güçlenmiş, ama güçleri ölçüsünde siyasal rejimde etkili olamamışlardır. Bir anlamda toplumun altyapısı değişmiş, ama üstyapı bu değişikliğe uymamıştır. Burada sözkonusu olan, eski kurumları yeni koşullara, yani üstyapıyı altyapıya uydurmaktır; değişen koşullarla, koşulların yarattığı gereksinmeleri karşılaması gereken kurumlar arasındaki çelişkileri gidermektir.
Evrim sürecinde geride kalmış toplumlarda görülen devrimler ise, belirli tarihsel koşullardan yararlanarak, bu toplumların evrimini hızlandırmak, bazı evreleri atlatmak amacını taşır. Birinci grup ülkelerdeki devrimciler, koşulların gereğini yerine getirmek ve gereksinimlerin doğurduğu devrimci ideolojiyi izlemekle yetinmek durumundadırlar. Toplumun henüz ulaşamadığı bir aşamaya göre kurumlar oluşturmak, böylece gelişmiş ülkelerle aralarındaki açığı bir ölçüde olsun kapatmak zorundadırlar. Kendilerinden çok önce o aşamaya ulaşmış olan toplumların deneyimlerinden ders alabilmek olanağına sahiptirler. Ama o devrimin doğal taşıyıcısı, itici gücü olan toplumsal sınıfın bulunmaması nedeniyle de işleri çok daha zordur. Ancak eski düzenin savunucusu güçlerin - tarihsel nedenlerle - zayıflamış oldukları bir andan yararlanarak iktidarı ele geçirebilirler. Temel devrimci gücün yokluğunu ya da zayıflığını ise, ideolojiye büyük ağırlık vererek ve o ideoloji etrafında iyi örgütlenmiş "bilinçli" bir çekirdek güç oluşturarak telafi etmeye çalışırlar.
Toplumlardaki güçler dengesinin değişmesine karşın, eski güçler dengesinde ağır basan güçlerin çıkarlarına ve dünya görüşlerine göre biçimlenmiş olan kurumların değişmemekte direnmesi, devrimin nesnel ( objektif ) koşullarını oluşturur. Varolan bu düzeni eleştiren ve yeni bir düzenin ilkelerini içeren ideoloji ise, devrimin öznel ( subjektif ) koşulu sayılabilir. Devrimi, bilinçsiz bir ayaklanmadan, kızgınlık birikimlerinin kırıp - dökmeye dönüşmesinden ayıran ana özellik, sahip olunan "devrimci bilinç", yani "bilinç" ögesidir.
Evrim sonucu doğan devrimlerde, ideoloji evrime koşut olarak doğar, devrimci eylem içinde gelişir. Böyle bir devrimde ideolojinin ağırlığı, nesnel koşulların, çok gerisinde kalır. Oysa geri kalmış ülkelerde nesnel koşullar yeterinde oluşmamış olduğu için, ideolojinin önemi artar. İdeoloji, devrimi olanaklı kılan ortamdaki, somut koşullardaki eksikliği giderme, boşluğu doldurma işlevini üstlenir. Burada ideoloji, yine devrimci eylem içinde bazı değişikliklere uğramakla birlikte, devrim öncesinde hazır olarak vardır ve çoğunlukla da, ana çizgileriyle gelişmiş ülkelerden aktarılmıştır. Amaç zaten o ülkelerin düzeyine daha hızlı bir biçimde ulaşmak olduğu için, bunu doğal karşılamak gerekir. Devrimci ideoloji, devrimin öncüsü güçlerin toplumsal özelliklerine göre bazı değişimler geçirmekle birlikte, ana doğrultuda aynı kalır.
Her devrim belirli toplumsal güçlere dayanarak gerçekleşir. O güçlerin yeterince gelişmediği ortamlarda ise, devrimci ideolojinin kendisi, yaratığı bilinç ve kitlesel etkisiyle devrimci bir güç oluşturabilir. Bir ayaklanmanın, bir hükümet darbesinin, bir bağımsızlık savaşının, tarihi hızlandırmak amacındaki bir devrime dönüşmesinde, devrimci ideolojinin etkisi büyüktür. Ama ideolojinin devrimdeki ağırlığının artması ölçüsünde, o ideolojinin dogmatikleşmesi olasılığı da artar. Çünkü söz konusu ideoloji, bir anlamda, varolması istenilen, ama henüz varolmayan koşulların ürünüdür.
Mustafa Kemal, tıpkı Lenin gibi, Birinci Dünya Savaşı'nın ülkesindeki eski düzenin temsilcilerini maddi ve manevi açıdan yıpratmasından yararlanarak, evrimin henüz zorunlu kılmadığı yeni bir toplumsal - siyasal düzeni yaratacak süreçleri harekete geçirmiştir. Lenin, Rusya ordusunun perişan olması sayesinde, küçük ama iyi örgütlü ve bilinçli bir güce dayanarak siyasal iktidarı ele geçirirken; Mustafa Kemal, ülkesini düşman işgalinden kurtarmanın kendisine kazandırdığı olağanüstü etkiyi kullanarak devrimi gerçekleştirmiştir. Lenin'in Rusya'nın koşullarına uydurmaya çalıştığı marksist ideoloji - yukarıda değindiğimiz nedenden dolayı - dogmalaşırken; Mustafa Kemal, liberealizm ve sosyalizmden yararlanarak Türkiye'nin koşullarına göre oluşturmaya çalıştığı devrimci ideolojinin dogmalaşma olasılığını önlemeye çalışmıştır. İdeolojik kalıplaşmanın hızlı bir değişim süreciyle bağdaşmayacağını vurgulayarak, bir anlamda "sürekli devrimcilik" anlayışının öncülüğünü yapmıştır. Bazılarının ileri sürdüğünün tersine, kemalizmin ideolojisi vardır, ama "öğreti"si ( doktrini ) yoktur.
Kemalizm'in önünde iki aşamalı bir amaç vardı: Bağımsızlık ve çağdaşlaşma. Bu ereklere ulaşmak için, ideolojinin çerçevesini oluşturan ulusçuluk, cumhuriyetçilik ve laiklik ilkeleri Fransız Devrimi ve dolayısıyla liberalizmden; devletçilik, halkçılık ve devrimcilik ilkeleri de sosyalizmden esinlendi.
Ulusçuluk
Kemalizm içinde "milliyetçilik", bir yandan ulusal bağımsızlığın sağlanması, öte yandan da çağdaşlaşma gereksinimlerini karşılamaya yönelik ideolojik bir öge oluşturuyordu. Çağdaş bir toplum olmak için önce ulus olmak, uluslaşma aşamasından geçmiş olmak gerekiyordu. Uluslaşma aşaması, çağdaş toplumun temel özelliklerinden olan demokratikliği sağlayabilmek için de bir ön koşuldu.
Çeşitli kaynaklardan beslenen gecikmiş Türk milliyetçilik akımının bir düşünce sistemi içine oturtan kişi Ziya Gökalp olmuştu. Bir yandan ulusal bağımsızlığı sağlamak, öte yandan çağdaş anlamda bir ulus yaratmak ereğine yönelen Mustafa Kemal, elbette ki bu birikimden yararlanmıştır. Ama, aynı zamanda, eylem içinde onu aşmış, kendi damgasını taşıyan bir milliyetçilik anlayışına ulaşmıştır. Bu, sınırlar ötesi hedefler gözetmeyen, ırkçı olmayan, çoğulcu bir millyetçiliktir.
Atatürk, tüm sömürge durumundaki ülkelerin, kendi deyimiyle "mazlum milletler"in birer birer bağımsızlıklarını kazanacağını çok önceden söylemiş, ulusal kurtuluş savaşının başarısı ile de onlara cesaret vermiştir. Emperyalist devletlere karşı kazanılan bu ilk kurtuluş savaşı, giderek evrensel bir model oluşturmuştur. Kemalist milliyetçilik anlayışının dışa yönelik hedefi, "çağdaş uluslar topluluğunun eşit haklara sahip bir üyesi olmak"tır. Sadece siyasal bağımsızlıkla yetinmeyen, ekonomik bağımsızlığı da içeren bir "tam bağımsızlık", bu hedefin ayrılmaz bir parçasıdır.
Kemalist milliyetçiliğin içe yönelik hedefi ise, çağdaş bir ulus yaratmaktır. Bu ulus, ne "ırkçı" ne de "ümmetçi" bir anlayışı yansıtmaktadır. Atatürk'e göre ulus, ne din ne de ırk temeline dayanır; ulusu yaratan temel öge, ortak tarih, o ortak tarihin ürünü ortak dil ve sonuç olarak ortak kültürdür. Atatürk ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı bir onuşmada, Türk, Kürt, Laz, Çerkes birlikte bir bütün oluşturduğunu vurgulamış, Kurtuluş Savaşı sırasında hep "Türkiye Milleti" deyimini kullanmıştır. Daha sonraları karmaşık bir etnik yapıdan kendine güvenen çağdaş bir ulus yaratmak için çaba gösterdiğinde de, örneğin "Ne mutlu Türk olana" dememiş, "Ne mutlu Türk'üm diyene" demiştir. O'nun için "Türk", Anadolu toprakları üzerinde "kederde, kıvançta" dayanışma içinde olan insanların adıdır. Orta Asya'daki Türk o milliyetçilik çerçevesinde yer almazken, Anadolu'nun tüm insanları, etnik kökenine bakılmaksızın ulusun bir parçası sayılmaktadır. Atatürk "Medeni Bilgiler" kitabında şöyle demiştir: "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir." 1935 yılındaki resmi tanımlamaya göre de, "ulus, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı yurttaşlardan meydana gelen siyasal ve sosyal bir bütündür."
Atatürk, ulus kavramından din ögesinin dışlanmasını, dinin ulus dışında ayı bir olgu olarak değerlendirilmesini ise şöyle savunmuştur: "Türkler islam dinini kabul etmeden de büyük bir millet idi. Bu dini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de sairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine tesin etmedi. Bilakis, Türk milletinin milli bağlarını gevşeti; mili heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed'in kurduğu dinin amacı, bütün milliyetlerin üzerinde, hepsini kapsayan bir ümmet siyaseti idi."
Milliyetçilik, aynı topraklar üzerinde benzer koşulları paylaşan insanların, dışa karşı korunma ve dayanışma gereksinmelerini karşılayan bir ideolojidir. Toplum içindeki çıkar çatışmalarına alet edildiğinde tutucu, toplumun dışa karşı ortak yararlarını savunmak için kullanıldığında ilericidir. Başka bir deyişle, toplumdaki bir kesimin başka bir kesimi sömürmesini gözden saklamak amacıyla kullanıldığında tutucudur; ama o toplumun başka toplumlar veya başka toplumların içindeki bir kesim tarafından sömürülmesine karşı başvurulduğunda ilericidir.
İleri milliyetçilik insancıldır; insanlara acı vermeye değil, onların acılarını dindirmeye yöneliktir. İlerici milliyetçilikte, insanları egemenlik altına almak değil, onları egemenlikten kurtarmak amacı vardır. İlerici milliyetçilik, bütün insanların özgürlüğünü ve tüm toplumların eşitliğini savunur. İlerici milliyetçilik, bölücü değil, birleştiricidir. İlerici milliyetçilik, savaşçı değil barışçıdır; savaşı ancak gerektiğinde, yukarıdaki amaçlar uğruna kabul eder. İşte ilerci milliyetçilik, kemalist milliyetçiliktir. Bu nitelikleriyle de, çağdaş, evrensel ve kalıcıdır.
Cumhuriyetçilik
Kemalizmin ilkelerinden "Cumhuriyetçilik", bir anlamda milliyetçiliğin doğal sonucu gibi görülebilir. Eğer egemenlik ulusa ait ise, ülkenin kimler tarafından hangi kurallara göre yönetileceği de ulus tarafıdan belirlenecek demektir. Kemalist ideoloji içinde cumhuriyetçilik, giderek "demokrasi" ile bütünleşmekte, eşanlamlı hale gelmektedir. Cumhuriyetçilik aynı zamanda, siyasal iktidarın dinsel kökenli olmaktan çıkması, laikleşmesi, siyasal rejimin çağdaşlaşması demektir. Bu ilke, iktidarın dinsel kökenli olmaktan çıkmasıyla laiklik ilkesiyle, meşruluğun temelini halk desteğinin oluşturmasıyla da, halkçılık ilkesiyle yakından ilgilidir.
Mustafa Kemal'e göre, "Yeni Türkiye Devleti" bir halk devleti idi. Oysa geçmişteki devlet, bir "kişi devleti" idi, kişilerin devleti idi. Cumhuriyet rejiminden ne anladığını ise şöyle açıklıyordu: "Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz cumhuriyeti kurduk, on yaşını doldururken demokrasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır. ... Milli egemenlik esasına dayanan memleketlerde siyasi partilerin var olması tabiidir. Türkiye Cumhuriyeti'nde de birbirini denetleyen partilerin doğacağına şüphe yoktur." Suna Killi'nin de altını çizdiği gibi, kemalist cumhuriyetçilik anlayışı ulusçu, demokratik, özgürlükçü ve çoğulcuydu.
Cumhuriyet ile demokrasiyi ayrı düşünmeyen Atatürk, 1930'lar Avrupası'nda neredeyse yaygın olarak görülen baskıcı rejimlerin hepsini de eleştirmiştir. Faşist, komünist ya da mesleklerin temsiline dayalı koperatif sistemlerin Türkiye açısından özenilir olmadıklarını vurgulamıştır. Oysa o dönemde etrafındaki birçok kişi, özellikle faşist - nazist modelden etkilenmişlerdi.
Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın bile oldukça demokratik bir mecliste tartışılarak, zaman zaman sert biçimde eleştirilerek, denetlenerek yürütülmüş olması son derece önemli ve anlamlıdır. Mustafa Kemal bu tercihi yaparken, elbette ki harekete içte ve dışta belirli bir meşruluk kazandırmak amacıyla da hareket etmişti. Ama Kurtuluş Savaşı sonrasında izlediği yol da, demokrasinin O'nun açısından bir temel tercih sorunu olduğunu ortaya koyuyordu. Devrimin tehlikeye düşmesi nedeniyle zaman zaman sert önlemlere başvurmak zorunda kaldığı zaman bunu doğal saymıyor: "Onlar ancak başka önlemlerle önüne geçilemeyecek büyük tehlikeler karşısında kalındığı zaman, zorunlu olarak onaylanır" diyordu.
"Hiçbir totaliter rejim tasavvur edemeyiz ki, bir muhalefet yaratmak amacıyla kendiliğinden bir teşebbüste bulunsun" görüşünü savunan Ergun Özbudun'a katılmamak olanaksız. Serbest Fırka'nın kurulması aşamasında Atatürk'ün Fethi Bey'e yazdığı mektuplarda şu satırlar vardı: "Büyük Millet Meclisi'nde ve millet önünde işlerin serbest olarak münakaşası ve iyi niyet sahibi zatların ve fırkaların düşüncelerini ortaya koyarak milletin yüksek menfaatlerini aramaları benim gençliğimden beri aşık ve taraftar olduğum bir sistemdir." Kendi partisi içinde en sert muhalefete bile hoşgörü gösteren Atatürk, özgürlüklerin temel olduğu bir demokrasi anlayışına sahipti. Özgürlük anlayışı ise, sadece başkasına zarar vermemek anlamında bir "negatif özgürlük" anlayışıyla da sınırlı değildi. İnsanın kendi yeteneklerini geliştirmesi anlamındaki bir çağdaş özgülük anlayışını daha 1930'larda savunmaktaydı.
Atatürk'ün yaptığı ve yapmaya özen göstediği bazı şeyler var ki, günümüzün "katılımcı" demokrasi anlayışını daha o zamanlar, sezgileriyle benimsediğini düşündürmektedir. ( Bu açıdan, örneğin 12 Eylül Anayasası'nın demokrasi anlayışından çok daha ileridir: Dünya'da ilk kez bir bayram çocuklara armağan edilmiş ve o vesile ile onlara, ülkenin gelecekteki sahipleri oldukları bilinci aşılanmaya çalışılmıştır. 23 Nisan günleri çocukların, kentlerdeki önemli kamu görevlilerinin makamlarına oturmalarının, onların görevlerini geçici olarak devralmış gibi davranmalarının, bir oyun havasının ötesinde anlamlı olduğu açıktır. Belki yine ilk kez, bir önder, devrimini gençlere emanet etmiş ve onlardan, gerektiğinde ülkede siyasal iktidara sahip olanlara karşı çıkmalarını istemiş, 1924'te seçmen yaşını 18'e indirmiştir. Daha o yönde hiçbir istek, hiçbir gereksinme yokken, Türk kadınına siyasal hak ve özgürlüklerini - demokrasinin anayurdu sayılan bazı batı ülkelerinden önce - veren, kadının siyasal yaşamda ağırlık kazanmasına çaba gösteren de Atatürk'tür.
Atatürk bununla da yetinmemiş, gerçekleştirdiği büyük "kültür devrimi" açısından önem taşıyan kurumların bağımsız ve demokratik bir yapıya sahip olmalarına özen göstermiştir. Herşeyin devlet içinde ve "devlet için" olduğu faşizmin yükselme döneminde bile, Türk Dil ve Tarih Kurumları siyasal iktidardan bağımsız birer dernek olarak kurulmuş ve yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Atatürk onların parasal bağımsızlığını sağlayabilmek için, kendi mal varlığını sürekli bir destek olarak kullanmaktan çekinmemiştir. Yurdu bir kültür ağı gibi saran 404 "Halkevi" ile dört bin kadar "Halkodası" da, kâğıt üzerinde tek partiye bağlı olmakla birlikte, büyük ölçüde bağımsız ve demokratik bir yapıya sahip kılınmışlardır. Bunlar, "kitle örgütleri"nin kötü gözle görüldükleri 1980'lerin Türkiye'sinden yarım yüzyıl önceki Kemalist ideolojiyi yansıtan somut örneklerdir.
Mustafa Kemal, demokarasinin herşeyden önce bir özgürlük sorunu olduğuna inanıyor ve şöyle diyordu: "İrade ve egemenlik milletin tümüne aittir ve ait olmalıdır. Demokrasi sosyal yardım veya iktisadi teşkilat sistemi değildir. Demokrasi maddi refah meselesi de değildir. Böyle bir nazariyat vatandaşların siyasi hürriyet ihtiyacını uyutmayı amaçlar. Bizim bildiğimiz demokrasi siyasidir. Onun hedefi, milletin idare edenler üzerindeki muhakemesi sayesinde siyasi hürriyeti sağlamaktır. Türk demokrasisi Fransa ihtilalinin açtığı yolu takip etmiş, ama kendisine özgü niteliği ile gelişmiştir. Zira her millet devrimini toplumsal ortamın baskı ve ihtiyacına göre ( ... ) yapar. Demokrasi prensibi, ulusal egemenlik şekline dönüşmüştür. Bir ulusu oluşturan bireylerin o ulus içinde, her çeşit özgürlüğü, yaşamak özgürlüğü, çalışmak özgürlüğü, düşünce ve vicdan özgürlüğü güven altında bulunmalıdır."
Halkçılık
Mustafa Kemal'in demokrasi anlayışı, Kemalizm'in en önemli ilkelerinden olan "halkçılık"tan da soyutlanamaz. Atatürk başlangıçta halkçılığı şu şekilde tanımlıyordu: "Bugünkü varlığımızın asıl niteliği milletin genel eğilimlerini isbat etmiştir. O da halkçılıktır, halk hükümetidir, hükümetlerin halkın eline geçmesidir." Ama zamanla bu ilkenin de içeriği gelişti ve Halk Partisi'nin programlarında üç ögeyi içermeye başladı: Siyasal demokrasi, yasalar önünde eşitlik, sınıf çatışmalarının kabul edilmemesi ve toplumun dayanışma içerisinde gelişmesi.
Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş döneminde girişilen reformlar hep devleti kurtarmak amacına dönüktü. Oysa Mustafa Kemal, halka güç kazandırmadan, halka dayanıp onun yaratıcı gücünden yararlanmadan çağdaş bir topluma ulaşılamayacağının bilinciydeydi. 1922'de Meclis kürsüsünden şunları söylüyordu: "Türkiye'nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür... Diyebilirim ki, bugünkü yıkım ve yoksulluğun biricik nedeni bu gerçeğin gafili bulunmuş olmamızdır. Gerçekten, yediyüz yıldan beri dünyanın çeşitli ülkelerine göndererek, kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yediyüz yıldan beri emeklerini ellerinden alıp savurduğumuz ve buna karşılık her zaman aşağılama ve alçaltma ile karşılık verdiğimiz ve bunca özveri ve bağışlarına karşı iyilik bilmezlik, küstahlık, zorbalıkla uşak durumuna indirmek istediğimiz bu soylu sahibin önünde büyük bir utanç ve saygıyla gerçek durumumuzu alalım."
Mustafa Kemal, yüne Kurtuluş Savaşı yıllarında Meclis önünde yaptığı bir konuşmada, halkçılığın toplumsal - ekonomik içeriğini şöyle açıklıyordu: "Toplumsal uğraş yönünden düşündüğümüz zaman, biz yaşamını, bağımsızlığını kurtarmak için çalışan kimseleriz, zavallı bir halkız! Kendimizi bilelim. Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmaya zorunlu olan bir halkız! Bundan ötürü her birimizin hakkı vardır. Yetkisi vardır. Fakat çalışmakla bir hakkı elde ederiz. Yoksa arka üstü yatmak ve yaşamını çalışmaktan uzak geçirmek isteyen kişilerin bizim toplumumuz içerisinde yeri yoktur. O halde söyleyiniz baylar! Halkçılık toplumsal düzenini emeğine, hukukuna dayatmak isteyen bir toplumsal uğraştır."
Kemalizm, şekilciliğe karşı bir ideolojidir. Halkçılık ilkesinden hareketle yapılan birçok reform, Osmanlı geleneğinin ürünü olan seçkin - halk ikilemini aşmaya yöneliktir. Bu amaçla girişilen en önemli atılımlardan birisi, "Türk dilini yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak" amacıyla gerçekleştirilen "dil devrimi", yani dilde arılaştırma çabalarıdır. Sadece seçkinlerin anladığı Arapça - Farsça yüklü Osmanlıca terkedilmiş, türetme ile zenginleştirilmiş Türkçe yazın ve bilim dili olmaya başlamıştır. Aslında öğrenilmesi güç olan eski yazının yerine latin alfabesinin kabulü, halkın eğitimini kolaylaştırmak amacını da taşımıştır.
Kemalist halkçılık, "ayrıcalıksız, sınıfsız" bir toplum öngörüyrodu. Fakat bu toplumsal sınıfları kaldırmayı amaçlayan marksist anlayışı yansıtmıyordu. Kurtulış Savaşı Türkiye'sinde marksist anlamda bir "egemen sınıf" ve işçi sınıfı bulunmadığı varsayımından hareket etmekteydi. Öyleyse varolmayan bir sınıf çatışması ve ayrıcalıklı toplum kesimleri yaratılmamalıydı. Ekonomik gelişmeyi sağlamak için toplumdaki tüm olanaklar değerlendirilmeye çalışılırken bu beklentiye ters düşen bir durumun doğması, Kemalizmin, Suna Kili'nin vurgulamaya özen gösterdiği bir temel özelliğin gözden kaçmasına neden olmamalıdır: "Atatürkçülük, herhangi bir sınıfın egemenliğini reddeden, ılımlı toplumculuğu öngören, her türlü sömürüye karşı bir dünya görüşüdür. Atatürkçü halkçılık, yönetimde, siyasada, kalkınmada, gelirlerin dağılımında, devlet ve ulus olanaklarının kullanılmasında halk yararının gözetilmesini amaçlar."
"Peki halk nedir?" sorusunun yanıtını ise biz verelim: Halk, ayrıcalıklara sahip bulunmayan toplum kesimlerinin toplamıdır!
Devrimcilik
Kemalist "devrimcilik" ilkesi, halkçılıkla ve hatta demokrasi anlayışı ile iç içe bir anlam taşır. Mustafa Kemal'in 1923'te Konya'daki bir konuşmasında yer alan şu cümleler, O'nun nasıl bir devrimcilik anlayışından hareket ettiğini, hiçbir yanlış anlamaya yer vermeyecek kadar açık bir biçimde sergilemektedir: "Bozuk zihniyetli milletlerde büyük çoğunluk başka hedefe, aydın denen sınıf başka zihniyete sahiptir. Aydın sınıf telkinle, aydınlatma ile büyük çoğunluğu kendi amacına göre ikna etmeyi başaramayınca, başka yollara başvurur. Halka zorbalık etmeye başlar. Başarıya ulaşmak için, aydın sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında tabii bir uyum olması gerekir. Yani aydın sınıfın halka telkin edeceği ilkeler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalı. Bu halk bir defa karşısındakinin samimiyetle kendilerine yardımcı olduklarına inanırsa her türlü hareketi derhal kabule hazırdır. Bunun için gençlerin herşeyden evvel millete güven vermesi gereklidir."
Bu, seçkinciliği açıklıkla yadsıyan, halkla bütünleşmeye ve dolayısıyla demokratik yöntemlere büyük önem veren bir devrimcilik anlayışıdır.
Kemalist devrimcilik anlayışının iki yanı bulunduğunu söyleyebiliriz. Birinci yanı eski düzenin geçerliğini yitirmiş kurumlarını yıkıp, yerlerine çağın gereksinmelerini karşılayacak kurumları koymakla ilgilidir. Ama Kemalizm bununla yetinmemekte, devrimciliği aynı zamanda sürekli olarak yeniliklere, değişmelere açıklık biçiminde anlamakta ve kalıplaşmaya karşı çıkmaktadır.
Atatürk, devrimcilik ilkesinin birinci ögesini şöyle tanımlıyordu: "Devrim, Türk milletini son yüzyıllarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak yerlerine, ulusun en yüksek medeni gereklere göre ilerlemesini temin edecek yeni kurumları koymuş olmaktır." Atatürk, yaptığı devrimin ülkeye kazandırdıklarının korunmasını elbette ki devrimcilik ilkesinin bir gereği sayıyordu. Ama O'nun açısından sorun o noktada bitmiyordu. Koşulların değişeceğinin, değişen koşulların yeni kurumları, yeni atılımları gerektireceğinin bilinciydeydi. Bu nedenledir ki, Kemalist ideolojinin kalıplaşmasına, bir anlamda devrimin dondurulmasına karşıydı. Koşullara koşut olarak sadece kurumların değil, düşüncelerin de değişmesinin gerekliliğini biliyordu. İşte bu nedenledir ki, Kemalizm'in devrimcilik ilkesi, aynı zamanda bir "sürekli devrimcilik" anlayışını da yansıtmaktadır.
En ilerici kurumlar bile, koşullar içinde eskir. En ileri bir devrimin "bekçiliği" ile yetinenler, değişen koşulların gerisinde kalmaktan, tutuculaşmaktan kurtulamazlar. Kemalizmin bu sürekli devrimcilik anlayışını benimsemeden, sadece Mustafa Kemal'in sağlığında gerçekleştirdiklerinin bekçiliği ile yetinenleri "Kemalist" ya da Atatürkçü saymak olanaksızdır.Suna Kili, "Devrimcilik kalıplaşmayı, durağanlığı, köhneleşmeyi, işlevini kaybetmeyi, çağın, toplumun gerisinde kalmayı önlemek, dinamik bir devrimin anlayışını sağlamak ve sürdürmek için konmuştur." derken haklıdır. Emre Kongar da, aynı gerçeği şöyle ifade etmektedir: "İkinci anlamda devrimcilik, Türk Devrimini, temel ilkeleri yönünde götürme görevini içeriyordu. Yalnız mevcudun ve gerçekleştirilenin korunması ile yetinilmeyecek, Türk Devrimi, zamanın gereklerine ve çağdaş gelişmelere göre, temelinde yatan ilkeler doğrultusunda daha da ileriye götürülecekti."
Devletçilik
Kemalizmin "devletçilik" ilkesini de, halkçılık ilkesi ile bağlantılı olarak değerlendirmek gerekir. Yoksul, yüzyıllardır ihmal edilmiş olan halk nasıl kalkınacak ve hakettiği çağdaş yaşam düzeyine ulaşacaktır? Batı'nın gelişmiş toplumlarının nasıl bir yoldan geçerek o noktaya geldikleri biliniyordu. Bir yandan kendi halklarını, öte yandan geri kalmış ülke halklarını sömürerek bir sermaye birikimi oluşturmuşlardı. Türkiye'nin kendisi geri kalmış bir ülkeydi. Halkın sırtından bir sermaye birikimi oluşturulmasına, onun birkaç kuşak daha yoksul tutulması pahasına bir kalkınmaya ise "halkçılık" anlayışı karşıydı.
1923 - 1930 arasında, kalkınma için gerekli yatırımları yapması özel girişimlerden beklendi. Ama bu işlevi yerine getirmeye özel kişilerin ne yeterli parası, ne yeterli deneyimi, ne de yeterli teknolojik birikimi vardı. Dünya'yı sarsan 1929 ekonomik bunalımı ise, liberal ekonomi politikalarının tam bir başarısızlığını vurguluyordu. Kemalizm, ülkeyi kalkındırmak, halkı çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak için "devletçilik" ilkesini benimsedi. Böylece hem üretim arttırılacak, sanayi gerçekleştirilecek, hem de hakça bir paylaşım yapılacak ve ekonomik gücü kullanan bir sınıfın halkı ezmesine olanak verilmemiş olacaktı.
Kemalist tek partinin programında 1935 yılında yapılan düzeltmelerden sonra, devletçilik ilkesi şöyle tanımlanıyordu: "Özel çalışma ve faaliyeti esas tutmakla beraber mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi gelişmişliğe eriştirmek için, milletin genel ve yüksek yararlarının gerektirdiği işlerde, özellikle iktisadi alanda devleti fiilen ilgilendirmek önemli esaslarımızdandır. İktisat işlerinde devletin ilgisi fiilen yapıcılık olduğu kadar, özel girişimleri teşvik ve yapılanları düzenleme ve denetlemektir."
Kemalist devletçilik anlayışının, bütün üretim araçlarını devletin elinde toplamayı öngören marksizm ile kuşkusuz ki hiçbir ilgisi yoktur. Hızlı bir ekonomik büyümeyi sağlamak için devletin lokomotif görevini üstlenmesi anlamına geliyordu. Devlet ekonomiye yön verecek, kıt kaynakların akılcı kullanımını planlayacaktı. Devlet özel girişimcilerin ilgilenmediği, başarılı olamadığı ya da kamu yararı gördüğü alanlarda yatırım ve işletmecilik yapacaktı.
Türkiye başlangıç aşamasında devletçiliğin iki büyük yararını gördü: Bir yanda, özellikle altyapı ve sanayi yatıımları sayesinde oldukça hızlı bir ekonomik büyüme gerçekleştirilirken; öte yanda, sanayileşmenin devlet eliyle oluşumu sayesinde, Türk işçisi Batı'daki örnekleri gibi insancıl olmayan koşullar içinde birkaç kuşağın feda edildiğini görmedi. 1929 - 1939 arasındaki on yılda dünya sanayi üretimi yüzde 19 artarken, Türkiye'de sanayi üretimi artışı yüzde 96'yı buldu. Sovyetler Birliği ve Japonya dışında hiçbir ülke, bu alanda Türkiye'den daha hızlı bir büyüme sağlayamadı. Giderek oluşmaya ve büyümeye başlayan sanayi işçisi sınıfı nasıl hiçbir mücadele vermeden seçme ve seçilme haklarını elde ettiyse; yine kan dökülmesine, kuşaklar boyu süren büyük acılar çekilmesine gerek kalmadan insancıl çalışma koşullarına kavuştu. Kemalist "sürekli" devrimcilik anlayışını daha sonra sürdürenler, sendikalaşma, grev ve toplu sözleşme gibi hakları vermek için de işçi sınıfının rejimi zorlamasını beklemediler. ( Ama uğrunda savaşım vermeden elde edilen hakların yeterince bilincinde olunamadığını daha sonraki deneyimler göstermiştir. İşçi sınıfı, ancak elinden alındığı ya da kısıtlandığı zaman, sahibolduğu hakların ve özgürlüklerin önemini yeterince kavrayabilmiştir. Demokrasinin beşiği sayılan ülkelerde bile, işçilerin seçme hakları elde etmek için nasıl uzun ve kanlı savaşımlar verdiği unutulmamalıdır! )
Laiklik
Altı ok ile simgeleştirilen Kemalist ilkeler içerisinde, Atatürk'ün kuşkusuz ki, en önem verdiği ilkelerin başında "laiklik" geliyordu. Mustafa Kemal, ülkenin koşullarının daha hiç hazır olmadığı bir aşamada bile, çok partili düzene geçiş için sakınca görmezken, tek bir koşul ileri sürmüştü: Laiklikten ödün vermemek! Serbest Fırka'nın önderliğini üstlenecek olan Fethi Okyar'a yazdığı ve daha önce de sözünü ettiğimiz mektubunda şu satırlar dikkati çekiyordu: "Memnuniyetle tekrar görüyorum ki, laiklik esasında beraberiz. Zaten benim siyasi hayatta bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur."
Bir çağdaşlaşma ideolojisi olarak Kemalizm açısından laiklik, demokrasi anlamındaki cumhuriyetçiliğin de, milliyetçiliğin de, devrimciliğin de, ve hatta halkçılığın da ön koşulu olduğu için bu ölçüde önem taşımaktadır. Demokrasinin ön koşuludur; çünkü laiklik olmadan gerçek bir düşünce özgürlüğü, gerçek anlamda bir özgür seçim olmaz. ( Bütün dünyada özgürlük ve demokrasi rüzgarları eserken, baskı rejimleri birbiri peşisıra yıkılırken, bundan en az etkilenenin - laikliği kabul edememiş - müslüman ülkeleri oluşu rastlantı mıdır? ) Milliyetçiliğin ön koşuludur; çünkü laiklik olmayan yerde önem taşıyan öge ulus değil, inananların oluşturduğu "ümmet"tir. ( Bu anlayış içinde örneğin Arap ve İranlı, müslüman Türk ile aynı toplumun bir parçası sayılırken, hrıstiyan Türk olan Gagavuzlar ( Gökoğuzlar ), Türkçe konuştukları ve çok daha ortak kültürel özellikler taşıdıkları halde "yabancı" sayılacaklardır. ) Devrimciliğin ön koşuludur; çünkü laikliği kabul etmemiş bir toplumda, bilimin va çağın gereklerinin gerisinde kalmış kurumları değiştirmenin tartışılması bile genellikle olanaksızdır. Halkçılığın ön koşuludur; çünkü din temeline dayalı bir devlette ağırlığı ve önceliği olan halk değil, dinsel seçkinlerdir.
Tarih boyunca hemen tüm devrimciler, din ile değil, ama bir kısım din adamları ile karşı karşıya gelmişlerdir. Çünkü eski düzenle çıkarları bütünleşmiş olan bir din adamları kesimi, köklü değişimlere hep karşı çıkmış, dini bir siyasal amaç için kullanarak kitleleri etkilemeye çalışmışlardır. Kendilerinin etkisini ve ağırlığını azaltacak her girişimi de "dinsizlik" olarak nitelendirmekten çekinmemişlerdir. Sultanın ve düşmanın çıkarları ile bütünleşerek, Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal'in idam fermanını çıkaranlar gene bu tür din adamları olmuştur.
Fransa'daki müslümanların manevi önderi Şeyh Abbas, Türk toplumunun dışından bir gözlemci olarak, bu konuda şöyle diyor: "Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünde din adamları çok olumsuz roller oynadılar. Mustafa Kemal din adamlarının hatalarını ve yarattıkları tehlikeyi anladığı için devrimine önce onlardan başladı. O din adamlarının cehaletinden korkmakta, onların ülke için tehlike yarattıklarını düşünmekte haklıydı. Onun savaş açtığı din adamlarının tanıttıkları, savundukları İslam ile gerçek İslam arasında dağlar kadar fark vardı. Türklerin babası, dünyaya hakim bir Osmanlı İmparatorluğu'nu çökmüş, parçalanmış haliyle buldu. Bu koca imparatorluğun çöküşüne de İslam'ın yanlış tanınması, yanlış yorumlanması neden olmuştu. Atatürk cehalete karşı savaştı, İslam'a karşı değil..."
Atatürk din ile ilgili görüşlerini aslında açık bir biçimde ortaya koymuştu: "Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası var ki, din Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfının din simsarlığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler iğrenç kimselerdir. İşte biz bu vaziyete karşıyız ve buna izin vermiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizlerin asıl mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimselerdir. Hangi sey ki akla, mantığa, halkın menfaatine uygundur; biliniz ki, o bizim dinimize de uygundur. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı, mükemmel olmazdı, son din olmazdı."
Mustafa Kemal, İslam dininin zamanla özünden uzaklaştığını, birçok yabancı ögenin - yorumlar ve boş inançlar olarak - işin içine girdiğini düşünüyordu. Çağdaş olmanın inançsızlıkla hiçbir ilgisi bulunmadığı kanısındaydı, ama bilerek, mantığını kullanarak inanmalıydı. Şöyle diyordu: "Türkler dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunun için Kuran Türkçe olmalıdır. Türk Kuran'ın arkasından koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor. Benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta ne olduğunu Türk anlasın."
Müslüman Türk halkı, Kuran'ı kendi dilinden okuyup anlama olanağına ancak laik cumhuriyet rejimi sayesinde kavuştu. Türkçe Ezan gene aynı ortamda gerçekleşti; ama çok partili siyasal sisteme geçildikten sonra, tutucu, Kemalizme karşı güçlere verilen bir ödün olarak ortadan kalktı.
Kemalizm, sırasıyla siyasal sistemi, hukuk sistemini, eğitim sistemini ve kültürü laikleştirdi. Bir islam ülkesindeki ilk laik devlet böylece doğdu. Eğer çok sayıdaki müslüman ülke içinde çağdaş demokratik bir hukuk devletine sahip tek ülke Türkiye ise, bunun laiklikle bağlantısı olmadığını öne sürmek elbette ki olanaksızdır. Petrol gibi büyük ve kolay gelir kaynaklarına sahip olmadığı halde, Türkiye'nin müslüman ülkeler içinde en sanayileşmişi, en ileri teknolojiye ve çağdaş ekonomiye sahip bulunanı oluşu da ayrıca düşündürücüdür!
Yeni İnsan
Geri kalmış ülkelerin genellikle kıt olan kaynakları içinde en bol malzeme insandır. Üstelik diğer kaynakları harekete geçirebilecek güç de gene o insan ögesidir. Bu nedenle, geri kalmış ülke devrimleri, her şeyden önce insanı değiştirmeye, daha etkili daha bilinçli bir "yeni insan" yaratmaya yönelik, insanın düşünüş ve davranış biçimlerini değiştirmeye yönelik bir "kültür devrimi" olmak zorundadır. Geri kalmış ülke devrimcileri, bu yeni insanı yaratabildikleri ölçüde başarıya ulşırlar.
Hiç kuşku yok ki, Mustafa Kemal, tarihin tanıdığı en cüretli, en büyük ve kapsamlı kültür devriminin baş mimarıdır. Dilde, dinde, hukukta, yazıda, giyside, eğitimde, tarihte yaptığı reformlar; bazıları bugün biçimsel görünse bile, inanılmaz boyuttaki bir kültür devriminin, bir bütün içinde çok anlamlı olan parçalardır. Osmanlı İmparatorluğu içinde dili ve tarihi unutturulmuş, kendine güvenini yitirmiş bir halktan, çağdaş, başı dik, kendisiyle gurur duyan bir ulus yaratabilmiş olmanın ne büyük ve zor bir sonuç olduğunu bugün takdir edebilmek zordur.
Napolyon, "Süngülerle herşey yapılabilir, ama üzerine oturulamaz." diyor. Bunun sosyolojik anlamı açıktır. Hiçbir toplumsal hareket, dayandığı toplum kesimlerinin olanaklarını aşamaz. Her önder, ne kadar büyük olursa olsun, belirli bir toplumsal tabana dayanmak zorundadır ve dayandığı, dayanmak zorunda kaldığı o toplumsal tabanın gücünü ne ölçüde harekete geçirebilirse, o ölçüde başarılı sayılır.
Mustafa Kemal'in, birinci hedef olarak ulusal bağımsızlığı sağlayabilmek için dayanabileceği güçler belliydi: Asker - sivil bürokratlar, ulusal nitelikli ama oldukça zayıf bir kentsoylu kesimi ve büyük toprak sahipleri. Bunun dışında güç alabileceği, örneğin bir işçi sınıfı yoktu. Ulusal bağımsızlık hareketini örgütleyip sonu gelmeyen savaşlardan yorgun düşmüş Anadolu köylüsünü harekete geçirirken bu sacayağına dayanmak zorundaydı. Topluma, yirminci yüzyılın sonlarında bile hiçbir İslam ülkesinin ele almaya cesaret edemediği dönüşümleri kabul ettirebilmekti. Ama örneğin sıra "toprak reformu"na geldiğinde, başaramadı. Çünkü geçmişte dayanmak zorunda kaldığı, hareketinin tabanında yer alan güçlerden biri de "toprak ağaları" idi. Kemalizmin başardıklarını ve başaramadıklarını, 1920'lerin Türkiyesi'nin toplumsal - ekonomik koşullarını ve içinde bulunduğu dünyanın özelliklerini gözönüne almadan yapılan bir değerlendirme bilimsel olamaz.
Fransız araştırmacı François Georgeon şunları yazıyor: "Kemalizm, Avrupa dışında güçlü yankılar uyandırdı. Bugün Üçüncü Dünya adını verdiğimiz, Latin Amerika'dan Uzakdoğu'ya kadar uzanan alanda, Türkiye'nin 1919'dan sonraki atılımı ve uygulanan reformlar çoğunlukla tutku dolu bir dikkatle izlendi. Bağımsızlığı kazanmak, ekonomik - sosyal kalkınmayı sağlamak için uygulanacak reçetelerle ilgili olarak Kemalizm'den alınacak dersler araştırıldı."
İran'lı muhaliflerden, Halkın Mücahitleri örgütünün önderi Mesut Racavi ise bir Türk gazetecisine şöyle diyor: "Ben istemez miyim İran da Türkiye gibi laik bir müslümanlar ülkesi olsun? Ama benim ülkem sizinkinden yüzyıllarca geri kaldı. Bize Atatürk gibi bir önder lazımdı, Şah geldi. Siz çok şanslı bir ülkenin çocuğusunuz..."
Ahmet Taner Kışlalı - Siyasal Çatışma Ve Uzlaşma, 1993, S. 120 - 135 (Atatürk'e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği)
"Ezilen uluslar bir gün ezen ulusları yok edeceklerdir" diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, yeniden ezilen ulusların, Asya ve Afrika halklarının bayrağı yapmak, biz Atatürkçülerin, biz devrimcilerin namus borçlarıdır.
UNUTTURULAN ATATÜRK
Atatürkçülük ne demektir?
Atatürkçülük, kısaca ulusal bağımsızlık ve ulusal onur demektir. Atatürkçülük, özetle antiemperyalist bir kurtuluş savaşını başlatan ve sürdüren bir eylem ve öğretidir.
- Amacımız , ulusal sınırlarımız içinde toprak bütünlüğümüzü ve ulusal tam bağımsızlığımızı sağlamaktır. Buna engel olmak üzere karşımıza çıkacak kuvvet, kim ve ne olursa olsun hiç duraksamadan çarpışırız ve başarı kazanırız. Bu konuda karar ve inancımız kesindir.
Atatürkçülüğü, "tam bağımsızlık" inancından ayırmanın ve çok yönlü uluslararası ipotekleri "Atatürkçülük" adına savunmanın hiç olanağı yoktur. Kurtuluş Savaşı'nın başlarında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bütün programlarına dayanağı, şu iki temeldir: Tam bağımsızlık, kayıtsız koşulsuz ulusal egemenlik!..
- Tam bağımsızlık demek, elbette, siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür gibi her alanda tam bağımsızlık ve özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamı ile bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir. Biz, bunu sağlamadan ve elde etmeden başarıya ve esenliğe erişeceğimiz kanısında değiliz...
İşte Atatürk budur, işet "Atatürkçülük" budur...
Kurtuluş Savaşı, kökeninde "antiemperyalist" ve "antikapitalist" düşüncelerin kutsal harcını taşır:
- Biz bu hakkımızı saklı tutmak, bağımsızlığımızı emin bulundurmak için genel kurulumuzca, ulusal kurulumuzca bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı kavga vermeyi uygun gören bir yolu izleyen insanlarız.
Bu sözleri söyleyen ve her adımında ulusal bağımsızlığı, devrimci ve ilerici bir dünya görüşü ile sağlayıp pekiştiren Atatürk'ü bugün içine itildiğimiz ekonomik tutsaklığın temeli ve adı gibi görmek, Atatürk'e ve Atatürkçülüğe karşı yapılabilecek en ağır ve de en sinsi saldırıdır.
Atatürkçülük bağımsızlık demektir, Atatürkçülük ulusal onur demektir, Atatürkçülük devrimcilik demektir. Kurtuluş Savaşımızın ve ulusal devrimlerimizin önderi Mustafa Kemal, bugünkü emperyalist ilişkileri daha o günden görmekteydi:
- Karşılıklı güvenlik ve esenlik, bütün dünya uluslarının üzerinde titremesi gereken bir mutluluk ilkesidir. Ancak bu ilke bütün uluslar için gerçekleşmedikçe, genel bir barışma sağlamaktan çok, sömürülmek istenen birtakım uluslara karşı, bir takım güçlü ulusların yeni davranış ve ayrıcalıklar kazanmasını sağlamak niteliğinde görülse yeridir. Hele uluslararası silah alışverişinin, birtakım ulusların denetimi altında tutulmasını sağlayacak önlemlerin alınması bu kuşkuyu artırmaktadır...
Unutturulan, unutturulmak istenen Atatürk ve Atatürkçülük budur! Televizyon ekranlarında Türk halkına tanıtılmayan, anımsatılmayan sözler de işte bu sözlerdir:
- Biz Batı emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda Batı emperyalistlerin güçleri ve bilinen her aracı ile Türk ulusunu emperyalizme araç yapmak istemelerine engel oluyoruz. Böylece bütün insanlığa hizmet ettiğimiz kanısındayız...
"Ezilen uluslar bir gün ezen ulusları yok edeceklerdir" diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, yeniden ezilen ulusların, Asya ve Afrika halklarının bayrağı yapmak, biz Atatürkçülerin, biz devrimcilerin namus borçlarıdır.
- Bütün dünya bilsin ki benim için tek yanlılık vardır. Cumhuriyet yanlılığı, düşünsel ve sosyal devrim yanlılığı...
Atatürk'ün bütün dünyaya duyurduğu bu ilerici ve devrimci düşünceleri ne yazık ki, ülkeyi Atatürk'ten sonra yöneten, yönettiğini sanan politikacılar eliyle hançerlendi ve Atatürk, gerçek nitelikleri ile değil, beylik anma törenlerinin donmuş kalıpları olarak tanıtılmak ve benzetilmek istendi.
Atatürk'ü hiç olmazsa bu yıl, gerçek nitelikleri ile tanıtabilirsek, geçmiş dönemlerin ihanetleri bir ölçüde unutulmuş olur. Kurtuluş Savaşı'nın yüce önderini "Atatürk Yılı"nda inançla selamlıyoruz:
Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa...
Uğur MUMCU - Cumhuriyet, 6 Ocak 1981 (Uyan Gazi Kemal!)
Sait Faik Abasıyanık
Sanat hayatına şiir yazarak başlayan Sait Faik, ilk hikâyelerini (Beyaz Mendil, Zemberek) Bursa Lisesi'nde okuduğu sırada yazmış; Avrupa'dan dönünce, çeşitli gazete ve dergilerde yayımladığı eserleriyle, hikâyeciliği meslek edinmiştir. Hikâye niteliği gösteren röportajlarıyla birlikte, o alandaki çalışmaları on bir kitapta toplanmıştır. Bunlar dışında bir roman, üç uzun hikâye yazmış, ayrıca bir de şiir kitabı yayımlamıştır.
Hikâye:
Semaver (1936)
Sarnıç (1939)
Şahmerdan (1940)
Lüzumsuz Adam (1948)
Mahalle Kahvesi (1950)
Havuz Başı (1952)
Son Kuşlar (1952)
Alemdağda Var Bir Yılan (1954)
Az Şekerli (1954)
Tüneldeki Çocuk (1955)
Mahkeme Kapısı (1956)
Uzun Hikâye:
Kumpanya (1951)
Medarı Maişet Motoru (1944)
Birtakım İnsanlar (1952)
Şiir:
Şimdi Sevişme Vakti (1953)
Çeviri:
Yaşamak Hırsı (G. Simenon) (1954)
Derleme:
Balıkçının Ölümü - Yaşasın Edebiyat (1977)
Açık Hava Oteli - Konuşmalar - Mektuplar (1980)
Müthiş Bir Tren - Çeviriler - Uyarlamalar (1981)
Sevgiliye Mektup, Hikâyeler - Yazılar - Mektuplar - Konuşmalar (1987)
Bitmemiş Senfoni, Bitmemiş Hikâyeler - Oyunlar - Mektuplar Ve Sait Faik Kaynakçası (1989)
Bilgi Yayınları'ndan çıkan "Şahmerdan - Lüzumsuz Adam" isimli kitabın arka kapağındaki yazıdan.
13 Nisan 2008
Atatürk'ten Bir Kaç Anı
Atatürk'ten Bir Kaç Anı
Günlerden bir gün İtalyan büyükelçisi Ata ile görüşmek ister ve huzura davet edilir. O günün muhtelif ekonomik-siyasi konuları hakkında konuşulduktan sonra büyükelçi: '' Ekselans dün Roma ile yaptığım bir görüşmede hükümetimizin Hatay'ı almak istediği kararını size iletmem söylendi.'' der. Odada bir an sessizlik olur. Ata büyükelçiye bir şeyler daha ikram eder ve iki dakika odadakiler ile baş başa bırakır. Döndüğünde ayağında çizmeleri, üzerinde mareşal üniforması ve belinde tabancası vardır. Doğru masasına gider, manyetolu telefondan Mareşal Fevzi Çakmak'ın bağlanmasını ister ve Çakmak'a:'' Paşa İtalyan dostlarımız Hatay'a gelmek istiyorlar hazır mıyız?'' der. Fevzi Çakmak durumu anlar ve '' Biz hazırız Paşam. '' diye yanıtlar. Ata büyükelçiye döner ve: '' Biz hazırmışız, hükümetinize söyleyin isterlerse Hatay'ı gelip alabilirler.''
------
Yeşilaycı bir profesör bir konferans veriyor. Bir ara dinleyicilere sormuş:
"Bir eşeğin önüne iki kova koysanız. Biri su dolu, biri rakı. Hangisini içer?"
Cevabı kendi veriyor: "Tabii suyu."
Gene bitirmiyor soruyor: "Neden?"
Arkadan bir bekri söz alıyor. Yüksek sesle cevaplıyor: "Eşekliğinden."
Atatürk bu cevaba bayılıyor. Gülüyor, gülüyor.
Bir akşam Orman çiftliğinde yanında erkanı, açık havada oturuyorlar.
Rakılarını yudumluyorlar. Biraz ilerde 15-16 yaşlarında bir çiftçi çocuk çalışıyor. Atatürk el edip, çağırıyor. Soruyor: "Söyle çocuk: Bir eşeğin önüne iki kova koysan. Biri rakı dolu, biri su. Hangisini içer?"
Anadolu tosunu yutkunuyor. Bakıyor. Gazi Paşa Hazretlerinin ve yanındaki muhterem zevatın önünde rakı kadehleri. Devletin en büyükleri... Esas vaziyetine geçiyor:
"Rakıyı kumandanım!"
Atatürk kahkahayı basıyor. Herkes şaşkın. Ata onlara dönüyor. Muzip: "Aman beyler! Neden diye sormayın!"
------
Kahraman Türk Kadını
17 Mart 1923 Tarsus
Mustafa Kemal İstasyon'dan şehre doğru, bir süre yaya olarak yürüdü. O'nu görmek için sabahtan itibaren yolları dolduran Tarsusluların arasından neşe ile selamlar vererek, ilerledi. O sırada ansızın bir olayla karşılaştı.
Milli Mücadele'deki çete giysili bir kadın, Atatürk'ün yolunu keserek ayağına kapandı. Gözyaşlarıyla şöyle haykırıyordu: "Bastığın toprağa kurban olayım Paşam!"
Mustafa Kemal onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu kadının Kurtuluş Savaşı'nda cephelerde çarpışmış olan (Adile Çavuş) olduğunu fısıldadılar.
Gözlerinden iki damla yaş düşen Mustafa Kemal, bu güneşten yüzü yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona şöyle seslendi: "Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın."
------
Gazi Çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladık. Atatürk attan inerek bu ihiyar kadının yanına sokuldu. "Merhaba nine."
Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle, "Merhaba." dedi.
"Nereden gelip nereye gidiyorsun?" Kadın şöyle bir duralayıp, "Neden sordun ki?" dedi. "Buraların sabısı mısın? Yoksa bekçisi mi?"
Paşa gülümsedi. "Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin?" Kadın başını salladı. "Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç
bittiği, atın geç yetişdiği kavruk köylerinden birindeyim. Bizim mıhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim."
"Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni?"
"Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da... Benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı Angaraya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey."
"Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı?"
Kadını birden yüzü sertleşti. "Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki... O bizim
vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver." Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek, "Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır... Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu." Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor.
Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp, Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı, "Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm." Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kadar gittik. Oradakilere şu emri verdi, "Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin. Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun."
20 Mart 2008
SODEV (Sosyal Demokrasi Vakfı) Parti Kapatılması İle İlgili Basın Açıklaması
Sosyal Demokrasi Vakfı
SODEV Başkanı Aydın Cıngı’nın
BASIN AÇIKLAMASI
(19.03.2008)
Olgun demokrasilerde siyasal partiler, ilke olarak, kapatılmaz, kapatılmamalıdır. Ancak, bu türden demokrasilerde, siyasal partiler de, ilke olarak, demokrasiye zarar verecek girişimlerde bulunmazlar, bulunmamalıdırlar. Öte yandan tüm demokratik sistemler, korunma mekanizmalarıyla donanmışlardır. Bunlardan birisi, yasa koyucu ve siyaset yapıcılar tarafından oluşturulmuş bulunan mevcut yasalar uyarınca harekete geçtiğinde, hiç kimse o kuruma “görevini niye yapıyorsun?” diye sitemde bulunamaz. Hiçbir parti, “ben çoğunluğun oyuna sahibim, yargının denetimi bana işlemez” savında bulunamaz. Hukuk denetiminden değişik yöntemlerle kaçınmak, hukuk ve demokrasi dışı müdahalelere alan açmakla eşanlamlıdır.
Şu anda TBMM’de temsil edilen iki siyasal partinin dosyası “kapatılma” istemiyle Anayasa Mahkemesi’nin önündedir. DTP ile ilgili olanı, “kendine demokrat” AKP’nin ilgisini çekmemişti. Öte yandan, toplum katında varlığı süren bir siyasal eğilimin, bir parti olmazsa bir başka parti aracılığıyla, ama mutlaka bir temsil yolu bulacağı gerçeği de, bu arada, gözden kaçırılmamalıdır. Nitekim geçmişte, “bölücülük” ya da “laiklik karşıtlığı” gerekçeleriyle kapatılmış bulunan partilerin yerine hemen yenileri oluşturulmuştur. Sorunun başka bir yerde olduğu kavranmalı; seküler toplum yapısı ve çoğulcu demokrasi, “muhafazakar” ya da “Kürt” seçmene, güven verici ve gerçekten demokrat önderler ve siyasal partiler eliyle benimsetilmelidir. Aksi takdirde, parti kapatarak yalnızca demokrasiden uzaklaşılmış ve partisi kapatılan akımlar güçlendirilmiş olur.
Esasen Yargıtay Başsavcısı’nın istemi; son dönemde “türban” sorunundaki beceriksiz dayatmacılığı, emekçileri sokağa döken “sosyal güvenlik” anlayışı ve de önderlerinin otokratik ve kavgacı tarzı dolayısıyla yıpranmakta olan AKP için bir tür can simidi işlevi görmüştür. Özünde totaliter ve baskıcı olan “eski dinci” kadro, geleneksel “mağduriyet” temasını bundan böyle, kuşkusuz ki, daha da inandırıcı bir biçimde kullanabilecektir. Demokrasi anlayışından nasibini almamış olduğu ortaya çıkmakta olan bir parti, salt kendisine karşı bir “demokrasi ayıbı” işlendiği gerekçesiyle, şimdi “demokrat” olarak pazarlanmaktadır. AKP’ye yöneltilen iddiaların ve kapatılma isteminin, demokrasi yolundan çok ayrı olduğu pekala bilinen “yollarda yıllardır tüm engellere karşın beraber yürüyen” bir kadroyu ve hedeflerini mitoslaştırmaya yarayacağı bellidir.
Son seçimde elde ettiği yüksek oy oranının AKP’yi bir tür zafer sarhoşluğuna soktuğu pek çok gözlemci tarafından saptanmış ve ona aşırılıklardan sakınması, çoğunlukla mutlak egemenliği eşdeğer sanmaması yolunda uyarılar yapılmıştı. Şimdi bunları anımsatmak, kapatılma ve yasaklanma girişimlerinin alkışlanmakta olduğu anlamına gelmemelidir. Ne var ki, bugün hala, AKP önderi ve kimi yoldaşları, süreci ağır başlı biçimde göğüsleyip geçmiş hataları onarma yolunda bir fırsat olarak değerlendireceklerine, “yargı” temsilcilerini ağır sözlerle suçlamakta ve toplumu son bireyine kadar kutuplaştırıp kamplara ayırmaktadırlar. Başbakan ve AKP yöneticileri bu davranışlarıyla hem topluma hem de kendilerine kötülük ettiklerinin bilincine varmalı ve sakinleşmelidirler. Takınacakları vakur tutum ve bundan böyle izleyecekleri uzlaşmacı çizgi, davranışlarını toplumun ve savunmalarını da yargının gözünde daha inandırıcı kılacaktır.
İstiklal Cad. Bekar Sok. 22/2 Beyoğlu 34435, İSTANBUL
Tel: (0212) 292 52 52 - 53 Faks: (0212) 292 32 33
İnternet : http://www.sodev.org.tr * e-mail : info@sodev.org.tr